Bono Bedelinin Ödenmesi Ve Kötü Niyetli Hamil

Bir bononun bedelinin ödenmiş olduğuna ilişkin şahsi borçlu defisi, o bonoyu kötü niyetle devralmış olan hamile de ileri sürülebilir.

Yargıtay YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E: 2013/19-2238 K: 2015/1062 T: 25.03.2015

(… Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan M.’ye olan borcuna karılık vade kısmı boş 03.06.2006 tanzim tarihli, 250.000 USD bedelli bono verdiğini, davalıya olan borcunu dava dışı Nurettin M. vasıtasıyla ödediği halde dava dışı N.’nin sahte imza ile senedi davalı M. adına ciro ettiğini, senedin arkasında diğer davalılar A. ve M. Y.’nin ciranta olarak gözüktüğünü, son hamil durumundaki davalı E. nin bu senede dayalı olarak müvekkili aleyhine icra takibi yaptığını, adı geçenin yetkili hamil sayılamayacağını ileri sürerek senetten dolayı davalılara borçlu olunmadığının tespitine, icra takibinin iptaline, %40 tazminatın davalı E.’den tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı M. davacının dava konusu bonoya bağlanmış borcunu dava dışı N. aracılığıyla ödediğini, kendisinin de senedi bu kişiye verdiğini, ancak sahte imza ile senedin ciro edildiğini belirterek, hakkında açılan davayı kabul ettiğini bildirmiştir.
Davalı E. vekili, müvekkilinin iyi niyetli üçüncü kişi hamil olduğunu, davacının lehtara karşı ileri sürebileceği delilleri müvekkiline karşı ileri süremeyeceğini belirterek davanın reddine, %40 tazminata karar verilmesini istemiştir.
Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece, davacının bedelsizlik konusundaki iddiasını, senedin lehtarı M.’in ikrarı ve düzenlediği ibraname ile kanıtladığı, senedin kötü niyetle veya ağır kusurla iktisap edildiği yolundaki iddiasını haksız fiilin söz konusu olmasından dolayı tanık dahil her türle delille kanıtlayabileceği, davalı E.’nin senedi kendisinden önceki ciranta davalı M.Y.’ye elden verdiği 250.000 USD borç paraya karşılık ciro ile devraldığını, ancak adı geçen cirantanın açık adresini bilmediğini belirttiği, bir kimsenin mu miktardaki parayı açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediğini belirttiği bir kişiye vermesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, senedin lehtarı M.’nin yerine sahte imza atılarak tedavüle sorulduğunun icra mahkemesince alınan raporla tespit edilmiş olduğu, davalılar A. ve M.’nin gerçekte olmayıp var sanılan şahıslar olmasına göre davalı hamil E.’nin senedi kötü niyetle iktisap ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının 15.07.2008 vade tarihli 250.000 USD bedelli bonodan dolayı davalılara borçlu olmadığının tespitine, °%40 kötü niyet tazminatının davalı takip alacaklısı E. tahsil edilerek davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalılardan E. vekilince temyiz edilmiştir.
TTKnın 690. maddesi yollaması ile bonolarda da uygulanması gereken aynı yasanın 589. maddesi uyarınca; “poliçe ile borçlanmaya ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa, diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez.”
İmzaların bağımsızlığı (istiklali) şeklinde tanımlanan bu ilke, poliçeye atılan her geçerli imzanın (keşidecinin, cirantanın, avalistin, kabul eden muhatabın imzası gibi) sahibini bağladığını, geçersiz imzanın sahiplerini sorumlu kılmalarına rağmen poliçenin geçerliliğini ortadan kaldırmadığını ifade eder. Geçerli imzaların sahipleri, başkasının imzasının geçersiz olduğunu ileri sürerek kambiyo sorumluluğundan kurtulamazlar; geçersiz bir imza sahibini bağlamaz. Ancak, ciro zincirini de koparmaz. İmzaların bağımsızlığı ilkesi, ciro zincirinde bulunan imzalardan birinin veya bazılarının sahteliğine dayanılarak menfi tespit davası açılmasına olanak sağlamaz. Diğer bir deyişle “İmzaların istiklali ‘bağımsızlığı)” ilkesine göre, senet lehtarının veya diğer cirantaların ciro imzasının sahte olması hali, diğer imza sahiplerinin ve özellikle senedin asıl borçlusu olan keşidecinin senetten kaynaklanan sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Poliçeye imza koyan kişi, diğer imzaların geçersiz veya sahte ya da mevhum kişilere ait olmasının riskini de taşır. Buna göre her imza kendi sahibini, diğer imzalardan bağımsız olarak bağlar. Poliçe üzerinde şekil bakımından tamam ve görünüşe göre sahibini bağlayan bir imzanın bulunması yeterlidir. Kanun yapıcı TTK’nın 589 maddesinde senedin geçerliliğinin, sorumluluktan tamamen bağımsız şekilde mevcut olabileceğini kabul etmiştir. Senetteki imzalar, bu imzalarda ismi geçen şahıslar yönünden herhangi bir sorumluluk yaratmasa bile, senet yine de geçerli kalır. Senedin geçerli kalmasının sonucu ise, diğer imzaların sahiplerinin sorumluluklarının devam etmesidir.
TTK’nın 690. maddesi yollamasıyla bonolarda da uygulanması gereken aynı Kanunun 598/1. maddesi uyarınca: “Bir poliçeyi elinde bulunduran kimse, son ciro beyaz ciro olsa dahi kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde selahiyetli hamil sayılır.”
Zincirleme ve birbirine bağlı, tehtardan hamile değin tam ve düzenli yani kesintisiz cirolar hak sahipliğine karine sayılır. Cirolar arasındaki zincirleme bağlılığın gözlenmesi sadece dış görünen bakımından yapılır. Başka bir anlatımla, ciro silsilesinin (zincirinin) muntazam bir şekilde birbirini takip edip etmediğini incelerken dış görünüşü incelemek yeterli olup, cirantalardan birinin imzasının sahte olması veya temsilci sıfatıyla senedi imzalayan şahsın imza yetkisinin yoksun olması ciro zincirini etkilemez.
Yine TTK’nın 690 maddesi yollamasıyla bonolarda da uygulanması gereken aynı Kanunun 622/2. maddesi uyarınca, “Hile veya ağır kusuru bulunmadıkça poliçeyi vadesinde ödeyen kimse borcundan kurtulmuş olur. Ödeyen kimse, cirolar arasında muntazam bir teselsülün mevcut olup olmadığını incelemeye mecbur ise de, cirantaların imzalarının sıhhatini araştırmaya mecbur değildir.”
Bu açıklamalar karşısında somut olayın değerlendirilmesine gelince,
Dava konusu bonoda davacı keşideci durumunda olup, davalı senede ciro yoluyla hamil olmuştur. Görüşüne göre ilk ciro, senedin lehtarı durumundaki M. imzası ile yapılmıştır. Davacı keşideci, kendi imzasını inkar etmemektedir. Senet metnine göre ciro silsilesinde şeklen bir kopukluk bulunmaktadır. Mahkemece, davalılardan lehtar M.’nin yerine sahte imza atılarak senedin tedavüle sorulduğunun Ankara 9. İcra Hukuk Mahkemesi tarafından alınan raporla belirlendiği kabul edilmişse de yukarıda açıklanan imzaların istiklali ilkesi karşısında bu durum davacı keşideciyi sorumluluktan kurtarmaz. Yerel mahkemenin, lehtarsan sonra ciro silsilesinde yer alan A. ve M. Y.’nin mefhum şahıslardan olduğu, davalı hamilin cirantası olan M. Y.’nin açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği halde bu kişiye 250.000 USD vererek davaya konu senedi almasının hayatın olağan akışıma aykırı olduğu yolundaki gerekçesi de kambiyo hukuku ilkelerine uygun düşmemektedir. Hamilin ciro yoluyla senedi devraldıktan sonra cirantasını takip etme gibi yasal bir zorunluluğu bulunmamaktadır. TTK’da yer alan ve kambiyo hukukuna ilişkin ilkeleri belirleyen kuralların kişiden kişiye değişebilen “hayatın olağan akışı” şeklindeki subjektif bir takım değerlendirmelerle ortadan kaldırılması doğru görülemez. Kambiyo senetlerinde imzaların istiklali (bağımsızlığı) ilkesi ile ilgili olarak Dairemiz uygulaması istikrar kazanmıştır (Yargıtay 19.HD.’nin 17.02.2011 tarih, 2010/7937 E, 2011/2072 K; 31.03.2011 tarih 2010/8614 E, 2011/4185 K; 18.04.2011 tarih 2011/3624 E, 2011/5149 K; 13.05.2010 tarih 2009/7134 E, 2010/6030 K; 14.10.2010 tarih, 2010/4431 E, 2010/11296 K; 21.03.2012 tarih 2011/13865 E, 2012/4619 K. sayılı kararları).
Her ne kadar, davacı keşideci, lehtara ödeme yaptığını iddia etmiş, buna ilişkin ibraname sunmuş ve davalı M. ödeme iddiasını ve davayı kabul etmişse de keşideci ile lehtar arasındaki şahsi deflerin hamile karşı ileri sürülebilmesi için hamilin senedi iktisabında kötü niyetli olduğunun kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde, keşideci ile lehtar arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan şahsi defiler müracaatta bulunan iyiniyetli hamile karşı ileri sürülemez (TTK. madde 599). Somut olayda, hamil E.’nin senedi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket ettiği, başka bir anlatımla kötü niyetli hamil olduğu kanıtlanamamıştır. O halde davacı keşideci, lehtara ödeme yaptığına ilişkin şahsi defiyi bu davalıya karşı ileri süremez. Mahkemece, belirtilen bu yönler gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ve somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…) gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılardan E. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Dava, bonoya dayalı menfi tespit istemine ilişkindir.
Mahkemece, “… davacının bedelsizlik konusundaki iddiasını, senedin lehtarı M.’nin ikrarı ve düzenlediği ibraname ile kanıtladığı, senedin kötü-niyetle veya ağır kusurla iktisap verildiği yolundaki iddiasını haksız filin söz konusu olmasından dolayı tanık dahil her türlü delille kanıtlanabileceği, davalı Erkan G.’in senedi kendisinden önceki ciranta davalı Mustafa Y.’a elden verdiği 250.000 USD (Amerikan Doları) borç paraya karşılık ciro ile devraldığı, ancak adı geçen cirantanın açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği bir kişiye vermesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, sadece dava dışı N.’nin bildiği taşınmaza haciz koydurulduğu, senedin lehtarı M.’nin yerine sahte imza atılarak tedavüle sorulduğunun icra mahkemesince alınan raporla tespit edilmiş olduğu, davalılar A. ve M.’nin gerçekte olmayıp var sanılan şahıslar olmasına göre davalı hamil E.’nin senedi kötü niyetle iktisap ettiğinin anlaşıldığı…” gerekçeleriyle davanın kabulüne, davacının 15.07.2008 vade tarihli 250.000 USD bedelli bonodan dolayı davalılara borçlu olmadığının tespitine, %40 kötü niyet tazminatının davalı takip alacaklısı E.’den tahsil edilerek davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Hüküm, davalılardan E. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki gerekçelerine ilave olarak ‘bozma ilamında belirtilen kambiyo ilkelerinin doğru olduğu ve bunların mahkemenin de kabulünde olduğu ancak senedin kötü niyetle iktisabının haksız fiil nitelinde olduğu, bu nedenle tanık dahil her türlü delille ispatlanabileceği, hayatın olağan akışına aykırılık durumunun delil olarak değerlendirilmesinin kambiyo hukuku ilkelerine aykırı olmadığı, bunu engelleyen yasal bir düzenlemenin de bulunmadığı, kötü niyetle iktisabın fiili bir durum olduğu, hukuk sistemimizde hayatın olağan akışının fiili karine olarak kabul gören bir ispat vasıtası olduğu, fiili karine denen yaşam deneyi kurallarının tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilirlik derecesi hakkında, hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleri olduğu (Bilge Umar/Ejder Yılmaz: İspat Yükü, 2. Bası, İstanbul 1980, s. 165 vd. 174 ve 60 vd.). hemen bütün ilim adamlarının birleştiği ve Yargıtay uygulamasında kararlılık ifade eden ölçüye göre, ispat yükünün hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşeceği (Prof. Dr. Baki Kuru: Hukuku Muhakemeleri Usulü, C. 11, İstanbul 2001, s.2011), somut olayda da ispat yükünün hayatın olağan akışına aykırı savunmada bulunan davalıya düştüğü…” kabul edilerek, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalılardan hamil E. vekili temyize getirmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, Ankara 29. İcra Müdürlüğü’nün 2008/… Esas sayılı dosyasında; Alacaklı E. vekili tarafından 05.11.208 tarihinde borçlular (1. M. 2- M. M. 3- A. 4- M. Y.) hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü icra takibinde; 392.750,00 TL asıl alacağın (250.000 USD karşılığı) faiziyle tahsili istenilmiştir. Borcun sebebi olarak “250.000 USD 15.07.2008 vadeli bono” gösterilmiştir.
Takibe ve eldeki davaya konu yapılan bononun keşidecisi davacı M. lehtarı davalı M. M. senedin sırasıyla ilk cirantası lehtar, ondan sonraki cirantaları sırasıyla davalılar A. ve M. ile senedin hamili davalı E.’dir.
Davalı lehtar M. M.’in imzasını taşıyan 07.11.2008 tarihli ibraname içeriğinden, takibe konu yapılan bonodaki ilk ciro (lehtar) imzasının kendisine ait olmadığını, keşideciden olan alacağının tamamını aldığını ifade ederek, keşideci-borçlu davacıyı ibra ettiği anlaşılmaktadır.
Ankara 9. İcra Hukuk Mahkemesinin 18.06.2008 tarih ve E:2008/1210, K:2009/833 sayılı dosyasında bonodaki lehtar M. M. imzasının sahte olduğu ve bu nedenle imzaya itirazın kabulü ile M. M. yönünden takibin iptaline karar verilmiştir.
Davacı tanıkları beyanlarında özetle; davacının senet borcunu dava dışı N. aracılığıyla ödediği, aralarında daha sonra ihtilaf çıkması nedeniyle davaya konu yapılan bononun takibe konulduğu ifade etmişlerdir.
Davalı hamil E. dosyadaki beyanları da özetle; bonoyu komisyonculuk yapan M. Y. isimli kişiden borca karşılık aldığını, bu kişinin açık kimlik ve adresini bilmediğini, bu kişiyi sürekli iş yerine gelmesiyle nedeniyle tanıdığını, büyük ihtimalle bu kişinin Karadenizli olduğunu, toptancı halinde balıkçılık yaptığını, M. Y. dışındaki cirantaları ve keşidece iyi tanımadığını beyan ve ifade etmiştir.
Gerek maddi olgu, gerekse bozma ilamında kambiyo senetlerine özgü belirtilen ilkeler bakımından hem yerel mahkeme hem de Özel Daire arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde bozma ilamında belirtilen; imzaların istiklali 6762 sayılı TTK. m. 589; meşru hamil m.598/1; ödeme-borçtan kurtulma m.622/2; iyi niyetli hamile karşı şahsi defiler ileri sürülemez, meğer ki kötü niyetli iktisabı kanıtlanmış olsun m. 5999 ilkeler, kambiyo hukukunun temelini oluşturması nedeniyle ilke düzeyinde oybirliğiyle benimsenmiştir.
Şu halde, uyuşmazlık; eldeki davada, hamil E.’nin (davalı-takip alacaklısının) senedi iktisap ederken bile bile keşidecinin (davacı-takip borçlusu) zararına hareket ettiği, başka bir anlatımla kötü niyetli hamil olduğunun kanıtlanıp kanıtlamadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığa ilişkin hukuki kavram ve kurumların irdelenmesinde yarar vardır:
Karine, sözlük anlamı bakımından karışık bir iş veya sorunun anlaşılmasına ve çözümlenmesine yarayan durum, ipucu, belirtidir. Genel anlamıyla karine, bilinen bir olgudan bilinmeyen bir olgunun çıkarımıdır. Dolayısıyla karine, bilinen bir olaydan bilinmeyen diğer bir olayın veya hukuki durumun varlığı veya yokluğu sonucunun çıkarılmasına olanak vermektedir. Genel olarak karineleri, fiili ve kanuni olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Bu bağlamda, fiili karineler, bir hukuk kuralı ile bağlı olmaksızın, hakimin insanlar ve yaşam konusunda ortaya çıkan tecrübe kurallarından yararlanarak belli olmayan olaylar hakkında sonuç çıkarmasına yaramaktadır. Bu yönüyle, fiili karineler, hakimin kanaat edinmesine yardımcı olmaktadır. Görüldüğü üzere, fiili karinelerin temelinde tecrübe kuralları (yaşam deneyi kuralları) yatmaktadır.
Nitekim, Yargıtay da kararlarında tecrübe (yaşam deneyi) kurallarına dayanmakta ve bu konuda genellikle “hayatın olağan akışı” kavramını kullanmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 21.04.982 gün ve E:4/1528, K:412; 17.12.2003 gün ve E:2003/13-787, K:2003/774; 6.6.62007 gün ve E:2007/2-331, K:2007/332; 08.12.2010 gün ve E2010/19-590, K:2010/640; 12.09.2012 gün ve E:2012/8-365, K:2012/561; 28.03.2014 gün ve E:2013/21-2219, K:2014/411 sayılı kararları).
Delillerin gösterilmesi ve bunun hakim tarafından ispat vasıtası olarak kabulünden sonraki aşamada delillerin değerlendirilmesi gündeme gelmektedir. Kural olarak (kanunda gösterilen istisnalar dışında), hakim delilleri serbestçe değerlendirecektir.
Bu kapsamda, delillerin takdiri, hakimin vicdani kanaatinin esas olduğu bir aşamayı ifade etmektedir (Haluk, Konuralp: Medeni Usul Hukukunda İspat Kurallarının Zorlanan Sınırları, Ankara 1999, Sahife: 46 vd.).
Öte yandan, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK)’nun kambiyo senetlerine ilişkin hükümleri poliçe esası üzerine kurulmuştur. Kanun, kambiyo senetlerinin ortak olan hükümlerine poliçe aşlığı altında yer vermiş; bono ve çek hakkında ise, ortak hükümlere yollama yapmakla yetinmiş (eTTK, 690, 730).
eTTK’nın 690. maddesi yollaması ile bonolarda da uygulanması gereken aynı yasanın 599. maddesi; “Poliçeden dolayı kendisine müracaat olunan kimse keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez; meğer ki, hamil, poliçeyi iktisabederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.
Alacağın temliki yoluyla yapılan devirlere ait hükümler mahfuzdur” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü üzere, poliçede, şahsi defiyi düzenleyen yukarıdaki madde metninde kural olarak, şahsi defilerin, iyi niyetli hamile karşı ileri sürülemeyeceği belirtilmiş; bu kuralın tek istisnası ise, hamilin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması yani kötü niyetli senedi iktisap etmesi gösterilmiştir. Madde hükmüyle, kanun koyucu kambiyo senetlerine özgü katı kurallar karşısında, bir kapı aralayarak, kötü niyetin ispatına olanak tanımış ve bu konuda bir sınır da koymamıştır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; takibe ve eldeki davaya konu bononun lehtar Mehmet M.’in aşamalardaki ikrarı ve davayı kabul beyanından da anlaşılacağı üzere davacı keşideci tarafından yapılan ödeme ile bedelsiz olduğu sabittir.
Bononun bedelsiz olduğuna ilişkin şahsi defiyi davacı keşidecisini kural olarak, davalı lehtara karşı ileri sürebilir ise de, hamil davalı Erkan G.e karşı ileri sürülebilmesi için kötü niyetli iktisabının ispatı gerekir.
Dosya kapsamından, taraflar arasındaki maddi ve hukuki olguların gerçekleşme biçimi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; senet lehtarı-nın ilk cirosunun sahte oluşu, ondan sonraki A. ve M. adındaki davalı cirantaların bilinememesi, bedelsiz olduğu sabit olan bononun, davalı hamil tarafından açık kimlik ve adresini bilmediği M. Y. adındaki kişiden miktarı oldukça yüksek borç para karşılığında devraldığını beyan etmesi, dinlenen davacı tanıklarının beyanlarında adı geçen dava dışı N.’nin bildiği Muğla ili Milas ilçesindeki davacı taşınmazlarına takibin kesinleşmesini müteakip hemen haciz konulması karşısında, davalı hamil E.’nin bonoyu davalı ciranta M. Y.’den iktisabederken, iyi niyetli olduğunu ileri sürmesi hayatın olağan akışına aykırı düşmektedir. Zira, lehtarın ilk cirasonunu sahte olduğunu hamilin bilmesi gerekmez ise de, onuyu devraldığı kendi cirantası M. P.’nin kim olduğunu bilmediğini ileri sürerek, senedi iyi niyetle devraldığını ileri süremez. Dolayısıyla, davalı, hamil E.’nin bonoyu kötü niyetli iktisabettiğinin kabulü gerekir.
Şu halde, bononun ödeme nedeniyle bedelsiz olduğuna ilişkin şahsi defiyi davacı keşidecinin, senedi kötü niyetle devralan hamil davalı E’ye karşı ileri sürerek, borçtan kurtulabilir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde azınlıkta kalan bir kısım üyelerce; ibranamede keşideci tarafından yapılan ödeme nedeniyle senet aslının lehtar tarafından keşideciye verildiği belirtilmesine karşın, keşideci tarafından senet aslının dava dışı N.’ye verildiğini belirterek çelişkinin ortaya çıktığını, ibranamedeki beyanın aksinin ancak yazılı delille ispatlanabileceğini, dinlenen davacı tanıkların dava dışı N. hakkında beyanlarda bulunduğunu, doğrudan davalı hamil Erkan hakkında kötü niyetine ilişkin bir beyanlarının bulunmadığını, ayrıca tanıkların davacının yakınları (eşi, eşinin eczanesinde çalışan işçisi, eniştesi ve oğlu) olduğunu ve yeminsiz dinlenildiklerini, esasen ödeme yapan keşideci davacının senet aslını alıp imha etmemesi nedeniyle kusurlu olduğunu, bu nedenle kötü ödeyen keşidecinin bu davranışının sonuçlarına katlanması gerektiğini, kambiyo senetlerinde hayatın olağan akışı kavramına yer verilmemesi gerektiğini, dosyadaki delillerin davalı hamil E.’nin kötü niyetli olduğunu göstermeye elverişli olmadığını, hamilin senedi devraldıktan sonra kendi cirantasını takip etme ve durumunu araştırma yükümlü olmadığı gibi u konudaki ağır ihmalinin de sonucu değiştirmeyeceğini, hayatın olağan akışı kavramının objektif olmayıp, subjektif bir olgu olduğunu ve bu nedenle kişiden kişiye değişebileceğini, böyle bir kavrama üstünlük tanımayacağını, bu nedenlerle Özel Daire Bozma ilamının yerinde olduğu ve direnme kararının bu yönde bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul Çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.
O halde, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar da gözetilerek, Özel Daire bozma ilamına karşı, davalı hamil Erkan G.’in bonoyu devralırken kötü niyetli olduğu ve bu nedenle eldeki menfi tespit davasının kabulüne yönelik önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.

SONUÇ

Davalı E. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (20.121,75 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 25.03.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
Dergi: 2015/4



Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.